Kadınların en önemli eğlencesi, en masum ve en konforlu gezisi araba ile olurdu. Daha geniş çevreyi ancak böyle görebilirlerdi. Göksu’da, Küçüksu’da veya Fenerbahçe’de ünlüler belirli günler birbirlerini özel arabalarının içinden seyrederdi. Büyük aşkların kaynağı olurdu bu araba sefaları. Evet “araba safası” veya “araba sefası” derlerdi böyle gezintilere.
Yeni yeni aksesuarlarla hem arabalar, hem atlar süslenir, yalnız çapkın gençler değil, muhafazakâr aileler bile araba safası ile adeta yarışırlardı. Yani bugün otomobil sevdası nasıl insanlarımızı sarmışsa, yüzyıl önce de araba sevdası vardı. Hatta bunun üzerinde şiirler, hikâyeler ve romanlar yazıldı. (Recaizade Ekrem, Araba Sevdası) İstanbullular ilk otomobili gördükleri gün büyük bir şaşkınlığa kapıldı. Bir kısım insanlar “gâvur icadı” diye otomobile kızgın kızgın bakıp ondan uzak durmaya çalışırken, bir kısmı da kendi kendine tekerlekler üzerinde yürüyen bu motorlu arabayı hayretle seyrediyordu.
Değerli gazeteci yazar Hüseyin Avni Şandan’ın anılarına göre İstanbul’a ilk otomobil 1895 yılında geldi. O sıralar Avrupa malı fayton kullanmak sadece padişahın hakkı olduğuna göre acaba bu otomobil de şarta mı bağlı idi ve kime aitti? Araba sefası yapmak kimlerin hakkıydı?